Hayal Kutusu : RÜZGAR GÜLÜ
Tüm rafları tıklım tıkış dolu küçük bir kırtasiyenin en gerideki raflarından birinin altına sıkışmış öylece duruyordu. Epeydir gözden kaçtığı üzerindeki tozdan belliydi. Üstelik sapı da kırılmıştı. Ama o güzelim renkleriyle hala insanı neşelendiren, göz alıcı bir hali vardı. Küçük çocuk boyu yetmediği için uzanarak raftan almaya çalıştığı kalemi düşürdü. Yere eğildiğinde ilk temizlikte büyük bir ihtimalle çöpe atılacak rüzgârgülünü gördü. Renkleri çok güzeldi. Satın alıp eve götürmeye karar verdi. Kırık sapını onarıp onu annesinin balkondaki çiçekleri arasına yerleştirecekti. Çocuk kasaya geldiğinde yaşlı kırtasiyeci ondan defter ve kalemin parasını aldı ama rüzgârgülü için para istemedi. Onu çocuğa hediye etmişti.
Çocuk akşam babasıyla birlikte ince bir çubuk parçasını dikkatlice rüzgârgülünün kırık sapına bantladı. Özenle tozunu alıp pırıl pırıl yaptılar. Balkondaki baharla coşan rengârenk çiçeklerin arasına yerleştirdiklerinde rüzgârgülü keyiften deliye dönmüştü. Daha saatler öncesine kadar çöpe atılmayı beklerken şimdi hayal bile edemeyeceği kadar güzel bir balkonda akşamın tatlı esintisiyle fırıl fırıl dönüyordu. “Biliyordum ki,” dedi kendi kendine “biliyordum hiç umudumu kesmemiştim. İşte sonunda istediğim oldu”.
Rüzgârgülü akşam olduğu için etrafı çok iyi göremediğinden merakını gidermeyi ertesi güne bıraktı. Tatlı esintinin seyrine göre bazen yavaş bazen hızlı dönerek tatlı bir uykuya daldı. Sabah gün ağarıp uyandığında gözlerine inanamadı. Manzara muhteşemdi. Karşısında masmavi bir deniz, hemen aşağıda epey büyük bir çocuk parkı vardı.
Etrafta görebildiği hemen bütün evlerin balkonları çiçeklerle süslüydü. Burası harika bir yerdi. Uzun süre karanlık ve kuytu bir yerde bulunduktan sonra gün yüzüne çıkmanın heyecanı ile her şeyi tekrar tekrar inceledi. Ne kadar şanslı ve mutlu olduğunu düşündü.
Yeni hayatının tadını çıkararak geçirdiği günlerde hemen yan apartmanda yaşayan, rahatsızlığı nedeniyle yürüyemediği için tekerlekli sandalyesi ile neredeyse tüm gün pencerede oturan küçük bir çocukla arkadaş oldu. Dokuz, on yaşlarındaki çocuk yürüyemediği, yaşıtları gibi koşturup oynayamadığı için üzgün, etrafına karşı hırçındı.
Ona hayallerinden söz etti; kimi zaman bir kuşun kanadına takılıp uçtuğu gökyüzünü, kimi zaman denizde gördüğü
bir balıkçı motoruyla çıktığı gezintileri anlattı.
“Evet, ikimiz de yürüyemiyor olabiliriz ama aklımızın, yüreğimizin, hayallerimizin ayakları yok. Onlar biz nereye istersek oraya gider” dedi.
Oynadıkları maçın hakemi yaparak hemen oyunlarına dahil ettiler. Rüzgârgülü hayatta bazı şeyler eksik olsa da elde olanların en verimli şekilde kullanılması gerektiğini biliyordu. Bunu küçük çocuğa da öğretti. “Keşke hiç kimse umutlarını hayallerini yitirmese, keşke herkes benim buraya, çöpe atılmayı beklemek zorunda kaldığım bir raftan yere düşen bir kalem sayesinde geldiğimi bilse” diye hayıflandı. Daldığı düşüncelerden parktaki maçın bitiş düdüğüyle uzaklaştı.
Hakem maçı bitirmişti. Düşüncelerinden sıyrılıp maçı hangi takımın kazandığına bakıncaya kadar, çocukların kendi aralarında karar verip uyguladığı küçük bir kural değişikliği ile hakem hava atışını yapmış yeni bir futbol maçını başlatmıştı bile…
Yorumlar
Yorum Gönder