Hayal Kutusu: RÜYA
RÜYA
Genç adam masasının üstündeki dosyayı özenle çantasına yerleştirdi. Kendinden emin adımlarla ofisten çıkıp heyecanla beklendiğini bildiği köye gitmek üzere yola koyuldu.
Kasaba meydanından bindiği minibüs hoplata zıplata yol alarak kasaba dışına çıktığında derin bir nefes aldı. Bu yeşilliği, yolun iki yanındaki zeytin ağaçlarını, mısır tarlalarını çok ama çok seviyordu. Toprak bereketti. Onun ailesi de çiftçiydi; tıpkı diğer dört kardeşi gibi bu bereketli topraklarda büyümüştü.
Minibüsün penceresinden akan güzelim manzara onu çocukluğuna götürdü. Çivit mavisi okul önlüğü, bembeyaz yakası ve babasının şehirden aldığı çantası ile okula gidişini, çok sevdiği öğretmenini, arkadaşlarını, okul kütüphanesinden alıp okuduğu kitapları hatırladı. En çok da yaz tatilinde kitap okurdu. Okul kapanmadan bir liste yapar, o kitapları kütüphaneden alır, özen göstererek okur ve okullar açıldığında kütüphaneye teslim ederdi.
Bir an tatil sabahları annesinin evlerinin önündeki taş fırında pişirdiği ekmeğin kokusuyla uyandığı sabahlara gitti.
Fırından yeni çıkmış ekmek kokusu ev halkı için kalk borusuydu adeta. Evin önündeki vişne ağacının altına yapılmış tulumbada yine annelerinin yaptığı sabunla el yüz yıkanır, tulumbanın biraz ilerisinde iki divan arasındaki masaya hazırlanmış kahvaltının başına toplanırlardı.
Çocukların itiş kakış masaya yerleşmeye çalışmaları sofradaki sıcak çaydanlığı devirmelerinden korkan annelerinin azarıyla son bulur, bahçeden toplanmış mis gibi domates, salatalık, biber, ev yapımı peynir, tereyağı, zeytinle onlar için dünyanın en güzel ziyafeti başlardı. Henüz ilkokul çağında olsalar dahi bu sofrada onların da emekleri vardı. Tereyağı yapılırken yayık çalkalamışlar, zeytin toplarken ağaç silkelemişlerdi; zaten her zaman anne babalarına yardım ederler hatta ihtiyacı olan konuya komşuya bile koştururlardı. Yaz geldiğinde işlerden arta kalan zamanlarda tüm köy toplanır, bir kıyı kasabasına bağlı olan köylerinin yakınlarındaki koyda denize girmeye giderlerdi. Deniz kıyısında kuma saplanmış dört kargıya bağlanan çarşaftan gölgeliğin altında yapılan piknikse dünyalara bedeldi.
Ancak günün birinde şehirden gelip bu koyları gezen bazı kişilerin olduğu ve buraya büyük bir otel yapılacağı söylentisi tüm köyün keyfini kaçırmıştı. Köydeki hiç kimse bu otelin yapılmasını istemiyordu ama nasıl engel olacaklarını bilemiyorlardı. Yıllarca o toprağın bereketiyle yaşamışlar, dedelerinin ninelerinin diktiği ağaçların verdiği ürünlerle ekmek paralarını kazanmışlardı. Şimdi bu ağaçların kesilip, bağların bahçelerin otele arazi açmak için talan edilmesine izin veremezlerdi. Kendilerine böyle cömert davranan toprak anaya ihanet olurdu bu.
Genç adam minibüsün hırıltılı tıkırtısı durduğunda anılarından uzaklaştı. Şoför ve yolcular gülerek yola bakıyorlardı, başını uzatıp baktığında neye güldüklerini gördü.
Kocaman bir
kaplumbağa o koca gövdesine zıt minik adımlarıyla sallana sallana karşıdan karşıya geçiyordu. Genç adamın içi huzur doldu. İşte bu yüzden avukat olmuştu. O zamanlar otel yapılma söylentileri gerçek olduğunda bir tanıdık aracılığı ile ulaşılan genç avukat sayesinde otel yapımına izin verilmemiş, ağaçlar ve tarlalar kurtulmuştu. Tabi onların bir parçası olan oralarda yaşayan canlılar da. Dava kazanıldığı gün “helal sana avukat bey” dediği an babasının gözlerindeki pırıltıyı görmüş ve o gün, büyüdüğünde avukat olmaya karar vermişti.
“Şimdi sıra bende” diye geçirdi içinden, köylerinin yakınındaki bir fabrikanın atıkları içme sularına karıştığı için sürdürdükleri mücadele nedeniyle davet edilmişti köye. Köy meydanındaki kahvede heyecanla beklendiğini biliyordu. Kendisi de heyecanlıydı; çünkü bu onun üstlendiği ilk davaydı.
Ağır aksak adımları ile yolunu neredeyse tamamlayan kaplumbağaya “Merak etme; ağaçlar kadar senin ve arkadaşlarının yaşam alanlarınızı korumak için de her zaman elimden geleni yapacağım” dedi sessizce. Minibüs tekrar yola koyulduğunda hissettiği serinlik de az önce burnuna gelen anneciğinin ekmek kokusu kadar gerçekti.
Birden kardeşlerinin gülüşerek ona doğru koşan ayak seslerini duyar gibi oldu. Gözlerini açtığında koyu lacivert gökyüzündeki yıldızlar ona göz kırpıyor gibiydi. Bu yıldızlar onun sırdaşıydı. Bazı akşamlar evin arka tarafındaki çimenlere uzanır onlara bakarak hayaller kurardı. Ama bu kez akşamın serinliği ile nemlenmiş çimenlerde uyuyakalmıştı. Onu çağırmaya gelmiş kardeşleriyle eve doğru ilerlerken gördüğü rüyayı düşündü. Artık kesinlikle emindi, hedefi çok çalışıp avukat olmaktı.
Pijamalarını giyip yatağa girdiğinde çimlerin serinliğini hala bedeninde hissediyordu. Isınmak için pikesine sımsıkı sarıldı. Sabah konu komşu hep birlikte gidilecek deniz gezisi için annesinin akşamdan pişirdiği ekmeklerin kokusuyla uykuya daldığında yüzünde bir gülümseme vardı. Kim bilir belki de az önce gördüğü güzel rüya kaldığı yerden devam ediyordu.
Genç adam masasının üstündeki dosyayı özenle çantasına yerleştirdi. Kendinden emin adımlarla ofisten çıkıp heyecanla beklendiğini bildiği köye gitmek üzere yola koyuldu.
Kasaba meydanından bindiği minibüs hoplata zıplata yol alarak kasaba dışına çıktığında derin bir nefes aldı. Bu yeşilliği, yolun iki yanındaki zeytin ağaçlarını, mısır tarlalarını çok ama çok seviyordu. Toprak bereketti. Onun ailesi de çiftçiydi; tıpkı diğer dört kardeşi gibi bu bereketli topraklarda büyümüştü.
Minibüsün penceresinden akan güzelim manzara onu çocukluğuna götürdü. Çivit mavisi okul önlüğü, bembeyaz yakası ve babasının şehirden aldığı çantası ile okula gidişini, çok sevdiği öğretmenini, arkadaşlarını, okul kütüphanesinden alıp okuduğu kitapları hatırladı. En çok da yaz tatilinde kitap okurdu. Okul kapanmadan bir liste yapar, o kitapları kütüphaneden alır, özen göstererek okur ve okullar açıldığında kütüphaneye teslim ederdi.
Bir an tatil sabahları annesinin evlerinin önündeki taş fırında pişirdiği ekmeğin kokusuyla uyandığı sabahlara gitti.
Fırından yeni çıkmış ekmek kokusu ev halkı için kalk borusuydu adeta. Evin önündeki vişne ağacının altına yapılmış tulumbada yine annelerinin yaptığı sabunla el yüz yıkanır, tulumbanın biraz ilerisinde iki divan arasındaki masaya hazırlanmış kahvaltının başına toplanırlardı.
Çocukların itiş kakış masaya yerleşmeye çalışmaları sofradaki sıcak çaydanlığı devirmelerinden korkan annelerinin azarıyla son bulur, bahçeden toplanmış mis gibi domates, salatalık, biber, ev yapımı peynir, tereyağı, zeytinle onlar için dünyanın en güzel ziyafeti başlardı. Henüz ilkokul çağında olsalar dahi bu sofrada onların da emekleri vardı. Tereyağı yapılırken yayık çalkalamışlar, zeytin toplarken ağaç silkelemişlerdi; zaten her zaman anne babalarına yardım ederler hatta ihtiyacı olan konuya komşuya bile koştururlardı. Yaz geldiğinde işlerden arta kalan zamanlarda tüm köy toplanır, bir kıyı kasabasına bağlı olan köylerinin yakınlarındaki koyda denize girmeye giderlerdi. Deniz kıyısında kuma saplanmış dört kargıya bağlanan çarşaftan gölgeliğin altında yapılan piknikse dünyalara bedeldi.
Ancak günün birinde şehirden gelip bu koyları gezen bazı kişilerin olduğu ve buraya büyük bir otel yapılacağı söylentisi tüm köyün keyfini kaçırmıştı. Köydeki hiç kimse bu otelin yapılmasını istemiyordu ama nasıl engel olacaklarını bilemiyorlardı. Yıllarca o toprağın bereketiyle yaşamışlar, dedelerinin ninelerinin diktiği ağaçların verdiği ürünlerle ekmek paralarını kazanmışlardı. Şimdi bu ağaçların kesilip, bağların bahçelerin otele arazi açmak için talan edilmesine izin veremezlerdi. Kendilerine böyle cömert davranan toprak anaya ihanet olurdu bu.
Genç adam minibüsün hırıltılı tıkırtısı durduğunda anılarından uzaklaştı. Şoför ve yolcular gülerek yola bakıyorlardı, başını uzatıp baktığında neye güldüklerini gördü.
Kocaman bir
“Şimdi sıra bende” diye geçirdi içinden, köylerinin yakınındaki bir fabrikanın atıkları içme sularına karıştığı için sürdürdükleri mücadele nedeniyle davet edilmişti köye. Köy meydanındaki kahvede heyecanla beklendiğini biliyordu. Kendisi de heyecanlıydı; çünkü bu onun üstlendiği ilk davaydı.
Ağır aksak adımları ile yolunu neredeyse tamamlayan kaplumbağaya “Merak etme; ağaçlar kadar senin ve arkadaşlarının yaşam alanlarınızı korumak için de her zaman elimden geleni yapacağım” dedi sessizce. Minibüs tekrar yola koyulduğunda hissettiği serinlik de az önce burnuna gelen anneciğinin ekmek kokusu kadar gerçekti.
Birden kardeşlerinin gülüşerek ona doğru koşan ayak seslerini duyar gibi oldu. Gözlerini açtığında koyu lacivert gökyüzündeki yıldızlar ona göz kırpıyor gibiydi. Bu yıldızlar onun sırdaşıydı. Bazı akşamlar evin arka tarafındaki çimenlere uzanır onlara bakarak hayaller kurardı. Ama bu kez akşamın serinliği ile nemlenmiş çimenlerde uyuyakalmıştı. Onu çağırmaya gelmiş kardeşleriyle eve doğru ilerlerken gördüğü rüyayı düşündü. Artık kesinlikle emindi, hedefi çok çalışıp avukat olmaktı.
Pijamalarını giyip yatağa girdiğinde çimlerin serinliğini hala bedeninde hissediyordu. Isınmak için pikesine sımsıkı sarıldı. Sabah konu komşu hep birlikte gidilecek deniz gezisi için annesinin akşamdan pişirdiği ekmeklerin kokusuyla uykuya daldığında yüzünde bir gülümseme vardı. Kim bilir belki de az önce gördüğü güzel rüya kaldığı yerden devam ediyordu.
Harika!
YanıtlaSilÇok teşekkür ederiz..
Sil