BALKABAKLARI

                   BALKABAKLARI



  Gökyüzünün berrak maviliğine değiyormuş gibi uzanıyordu çam ağaçları. Ve bu ulu ağaçların hemen dibindeki evin bahçe duvarı kenarına yığılmış onlarca balkabağı, kendi aralarında umutsuzca konuşuyorlardı.
Uzaktan bakıldığında bile çöpe atılmak üzere oraya ayrıldıklarını anlamak mümkündü; yamuk yumuk şekilleri, zedelenmiş gövdeleriyle epeyce kötü görünüyorlardı. Çok mutsuz oldukları da her hallerinden belliydi. İçlerinden bir tanesi üstüne yığılmış arkadaşlarından güçlükle sıyrıldı. Sesini hepsine duyurabilecek bir yere geldiğinde konuşmaya başladı.
“Arkadaşlar, hepimizin çok mutsuz olduğunu biliyorum. Hiçbirimiz böyle bir sonu hak etmedik”. ”Evet,” dedi bir başkası, “hem de hiç hak etmedik”.
Öyle ya, küçük bir tohumdan bu hale gelinceye kadar pek çok hayal kurmuşlardı. Kendilerinden çeşit çeşit tatlı, yemek, çorba hatta ekmek bile yapılabildiğini biliyorlardı. Üstelik A,B,C vitamini, potasyum, kalsiyum ve fosfor içeriyorlardı. Kısacası hem lezzetli, hem de çok faydalıydılar. Bu özellikleriyle hepsi, mutfaklara girip keyifli sofraları süslemeyi düşlemişti.

Bir çocuğun severek içtiği nefis bir çorba olmak varken çöpe atılacak olmak çok üzücüydü. Üstelik bu hale gelmek onların suçu değildi. Tembel ve ilgisiz, sevgisiz
bir çiftçinin eline düşmüşlerdi. Çiftçi onları toprağa ektikten sonra ne çapalamış, ne gübre, ne de doğru dürüst su vermişti. Yetinmeye çalıştıkları azıcık ilgiyle yeşerip topraktan çıktıklarında bile yüzü gülmemiş, o tazecik yeşil dallara dikkatsizce basıp geçmişti. Halbuki onları yetiştirmeyi isteyen, tarlaya eken kendisiydi ama belli ki daha önce de ekip yetiştiremediği tüm ürünler gibi, balkabaklarını da çöpe atacak, yine babadan kalan tarlaları satıp o parayla geçinecekti. Belli ki iyi bir ürün yetiştirmenin, güzel sonuçlar almanın sevgi ve emekle mümkün olabileceğini bilmiyordu.
Bu durumun hak edilmediğine dair onay alan balkabağı konuşmaya devam etti.
“İnsanlar bizi beğenmediler. Çok da haksız sayılmazlar, maalesef çok kötü görünüyoruz. Üstelik tadımız da berbat sanırım”.
Hepsi gözlerini hüzünle yere indirdi. Her ne kadar gerçeği bilseler de, bunları yüzlerine söyleyerek onları üzdüğünü fark etti balkabağı.

“Tamam, görüntümüz kötü olabilir ama bizim içimizde sakladığımız harika çekirdeklerimiz var; bütün lezzetimiz, güzelliğimiz, sevgimiz onlarda değil mi?” Tüm balkabakları gözlerini kırpıştırdılar ve umutsuzca arkadaşlarını dinlemeye devam ettiler.
“Sizleri anlıyorum. Bu durum benim de canımı acıtıyor ancak hemen pes etmek istemiyorum. Buradan kurtulup yeniden ekilmenin bir yolunu bulabiliriz. Eğer kabul ederseniz ben size öncülük edebilirim.”
İçlerinde en memnuniyetsiz ve mızmız olanı hemen atıldı.
“Ne yapabiliriz ki? Hadi buradan kaçtık diyelim, sonra ne olacak? Yine başımıza aynı şey gelmeyecek mi? Yani çürüyüp gitmeyecek miyiz?”
Bunları duyan diğerleri bu kez ona hak verdiler. Öyle ya hızla çürüyorlardı. Neredeyse hiç şansları yoktu. Mızmız balkabağı hepsinin umutlarını söndürmüş, ne yazık ki hepsi pes etmeyi tercih etmişlerdi. Bir iki kuş cıvıltısının bozduğu sessizliğin içinden cılız bir ses duyuldu;
“Hâlâ öncülük etmeyi düşünüyorsan ben sana katılabilirim”.
Bunu duyan başka bir balkabağı daha ona katıldı. Yok olup gitmek istemeyen ve bunun için çaba harcamayı göze alan bu balkabakları için o artık öncü balkabağı olmuştu.

Üç balkabağı el ele verip bulundukları yerden ayrılmaya karar verdiler. Bu yaptıklarının hiçbir işe yaramayacağını söylemelerine rağmen yine de duvarı aşmalarına yardımcı olan arkadaşları sayesinde, bir
anda kendilerini bahçenin dışında buldular. Şimdi sıra hızla yola koyulup içlerindeki güzel çekirdekleri ekerek, sevgiyle ve özenle yetiştirecek birini bulmaktaydı.
Uzunca bir süre hiç konuşmadan yol aldılar. Hava kararmaya yüz tuttuğunda birbirlerine söyleyemedikleri bir tedirginlik yaşamaya başladılar. Bir an hepsinin aklından “acaba diğer arkadaşlar haklı mı çıkacak” düşüncesi geçti. Oysa kaygı duymak bir hedefe ulaşmanın en güçlü engeliydi. Ve öncü balkabağı bunu biliyordu. Tam kendisine güvenip bunu ardı sıra peşine düşen arkadaşlarına anlatmaya hazırlanırken, akşamın hızla çöken karanlığında küçük bir ışık gördü ve içinden onun bir ev olmasını diledi. Biraz daha gayret ederlerse kurda kuşa yem olmadan ışığa ulaşır, o bir ev ise bahçesine sığınabilirlerdi.

Gerçekten de ışığa yaklaştıklarında karşılarına şirin mi şirin bir köy evi çıktı. Geceyi geçirmek üzere usulca sokuldukları pencere pervazının altından, evde yaşayan anne ve kızının konuşmalarını duydular. Duydukları sevgi ve şefkat dolu konuşmalar gecenin serinliğinde içlerini ısıttı. Galiba aradıkları insanları bulmuşlardı. Bu umudun huzuruyla uykuya daldılar.

Sabah uyandıklarında ilk gördükleri kendilerine merakla bakan ev sahipleriydi. Onları buraya kimin bırakmış olabileceği konusunda uzunca bir süre fikir yürüten
anne ve kız, en sonunda bunu bir komşunun yapmış olabileceğine karar verdiler. Belli ki oraya çekirdeklerinden faydalanmaları için bırakılmışlardı. Balkabaklarının çekirdeklerini alıp baharda ekmek üzere tohumluk olarak ayırdılar.
Balkabakları bekledikleri ilgi ve sevgiye kavuşmuşlardı. Bahar geldiğinde tohumları sevgiyle toprağa ekilmiş, özenle yetiştirilmişlerdi.
Vakti gelip toplanarak sofralarda yer aldıklarında, isimleri gibi baldan tatlı lezzetleriyle köyde ve tüm kasabada ün saldılar. Kocasını kaybettikten sonra küçük kızını pazarda ördüğü patikleri satarak büyütmeye çalışan anne, her ekildiğinde bir öncekinden mutlu çoğalan lezzetli balkabaklarından çokça para kazanmış bu parayla da kızını okutmuştu. Aradan yıllar geçmiş küçük kız başarılı bir doktor olmuştu.
Genç doktor hanım, geçmişi her düşündüğünde hayatını pencere pervazının altına nasıl geldiklerini asla tam olarak bilemedikleri eciş bücüş üç balkabağının değiştirdiğini hatırlayarak kendi kendine gülümsüyor, dış görünüşlerine bakarak onları çöpe atmayıp çekirdeklerini eken anneciğine minnet duyuyordu.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KELEBEK VE UĞUR BÖCEĞİ

Hayal Kutusu : KÜÇÜK SU DAMLASI

KIRMIZI UÇURTMA