BONCUK

                                                             BONCUK


Mevsimlerden yaz olmasına rağmen hava erkenden kararmış, şehrin üstüne yığılan yağmur bulutlarıyla birlikte hafif bir esinti çıkmıştı. Her an yağmur başlayabilir telaşıyla saklanacak yer ararken olanlar oldu ve kara kara bulutlar, içlerinde sakladıkları damlalarını bırakıverdiler.

Yağmur öyle şiddetle yağmaya başlamıştı ki, ortalık karışmış herkes korunaklı bir yer bulmak için koşuşturmaya başlamıştı.
O kargaşanın içinde kendine bir yer bulması daha da zorlaşmış, kalabalığın arasında bir o tarafa bir bu tarafa sürüklenmişti.
Yağmur sakinlediğinde o karmaşanın arasından sıyrılıp bir ara sokağa daldı. Hala ıslanıyor olsa da tenhada olmak iyi gelmişti. Henüz yatışmamış siniriyle “Böyle durumlarda insanlar biz sokak hayvanlarını hiç düşünmüyorlar. Oysa biz de ıslanıyoruz, üşüyoruz ya da sıcaktan bunalabiliyoruz işte” dedi kendi kendine.
Aslında tam da böyle olmadığını biliyordu. Ama hızla yaklaşan akşamın serinliğinde ıslanmış tüylerinden sular damlayarak ve biraz da üşüyerek, hala ne yapacağını bilmeden yürümek çok canını sıkıyordu.
Bir sokak köpeği olarak yaşamak zordu.
Onu koruyup kollayanlar da, istemeyip zarar vermeye çalışanlar da oluyordu. Oysa O, dünyanın hepimize ait olduğunu, yaşamla ilgili her şeyin paylaşılabileceğini düşünüyordu. İstediği bir tas yemek ve bir tas suydu. En önemlisi de yaşam hakkına saygı duyulmasıydı. Zaten onun yaşam hakkına saygı duyanlar doğal ihtiyaçlarını gidermesi için yardımcı olurdu. Yaşam hakkına saygı duyulması ihtiyacı tüm canlılar için geçerliydi. Belki de güzel olan herkesin birbirini sevmesiydi ama kimse birbirini sevmek zorunda olmasa da, birbirinin yaşam hakkına saygı duymak zorundaydı.
Bütün bunları düşünürken epeyce yol aldığını, yağmurun dindiğini ve yorgunluktan ayaklarını sürüdüğünü fark etmemişti.
Burnuna dolan nefis yemek kokusuyla tüm düşüncelerinden sıyrıldı. Kokuya doğru olabildiğince hızlı birkaç adım attı ve patilerinin kendisini getirdiği evin önünde durdu. Bekledi. “Yiyemesem de kokusuyla doyarım” diye düşünerek aralık duran bahçe kapısından içeri süzüldü. Açık mutfak penceresinin altına kıvrıldı. Mutfaktan gelen tıkırtılar sanki şefkatle söylenen bir ninni gibiydi. Derin bir uykuya daldı.
Rüyasında mis kokulu yemekler tam da burnunun ucundaydı. Patisini uzatsa yemeklere daldıracaktı sanki. Üstelik bir güzel de ısınmıştı. İşittiği ayak seslerine uyanıp aklından bir an önce bahçeden çıkıp gitmesi gerektiğini geçirse de bu güzel rüyanın bitmemesi için gözlerini açmıyordu. Başında birinin dikildiğini hissetmesi uzun sürmedi. “Eh, bu rüya da burada bitti” diye düşünerek hafifçe gözlerini araladı. İlk gördüğü şey bir tas dolusu mamaydı. Sıcaklıksa üstüne örtülmüş bir battaniyeden geliyordu. Tam “galiba hala uyanamadım” diyecekti ki tatlı bir ses “merhaba şirin şey, hoş geldin” dedi. Bu iltifat hoşuna gitmişti. Şirinliğin hakkını vererek bakışlarını yukarı kaldırdığında dünya tatlısı, yaşlı bir teyze ile karşılaştı.
Heyecanla
ayağa kalkıp sevincini gösterip teşekkür etmek için hızlıca kuyruğunu salladı. Yaşlı kadın bu teşekkürü gülücüklerle kabul etti. Yumuşacık elleriyle başını okşadı.
Bu tanışma, o mahalledeki yeni hayatının başlangıcıydı. Artık bu mahallenin bir sakiniydi. İtiraz eden birkaç kişi dışında özellikle çocuklar tarafından memnuniyetle kabul görmüştü.


Çocuklar evin bahçesinde ona bir kulübe yapmışlar, kapısına da kocaman harflerle ismini yazmışlardı. Çünkü artık bir ismi vardı; “Boncuk”.
Boncuk mahallede herkesi tanıyor, dilediği gibi dolaşıyor, çocuklarla oyun oynuyor akşamları da kulübesine geliyordu.
Onu mahallede istemeyen o birkaç kişinin dışında herkesin sevgilisi olmuştu. Kendisini istemeyenlerin olması biraz canını sıksa da sahip olduğu bu yeni hayatın değerini biliyor, sonuna kadar keyfini çıkarmaya çalışıyordu.
Belli günlerde yan sokağa kurulan mahalle pazarının esnafıyla da tanışmış, kendisini onlara da sevdirmişti.
İşte o gün yine pazar kurulmuş, Boncuk esnafın arasında dolanmaya başlamıştı. Birden kalabalık arasında bir koşuşturma ve telaş başladı. Genç bir kadın elini bir an bırakan çocuğunu kalabalıkta kaybetmişti. Panik halinde çocuğunu sorup herkesten yardım istiyordu. Boncuk, biraz yaklaşınca genç kadını tanıdı. Bu genç kadın “benim küçük çocuğum var, bu köpeği bu mahallede istemiyorum” diyen kişiydi.
Boncuk çocuğu da tanıyordu. Hemen kalabalığın arasına daldı. Hızlıca tezgah aralarına bakarak aramaya katıldı. Ama sanki yer yarılmış çocuk içine girmişti; hiçbir yerde yoktu. Umudunu yitirmek istemiyordu. Biraz düşünüp taşındı. Mahalledeki çocukların en çok sevdiği yerleri bir bir aklından geçirdi. Ve ilk bakması gereken yerin pazar çıkışındaki dondurmacı olduğuna karar verdi. Dondurmacının önüne geldiğinde yanılmadığını görüp çok sevindi.
Küçük çocuk iştahla dondurmalara bakıyordu.
“Çocuğu bulduğunu bildirmenin en güzel yolu havlayarak insanların dikkatini buraya çekmek olur” diye düşündü. Oracığa oturarak uzun uzun havladı.
Gerçekten de öyle oldu. Çocuğu arayan kalabalık koşarak yanlarına geldi. Anne sevinçle çocuğuna sarıldı, kokladı, öptü. Boncuk’la göz göze geldiğinde ise gözlerinden yaşlar boşaldı. Bunlar utançla karışık sevinç gözyaşlarıydı.
Boncuk o günden sonra mahallenin kahramanı oldu. Ama o, kahraman olduğu için değil, bu dünyanın hepimize ait olduğunu ve yaşamı paylaşarak bir arada yaşayabileceğimizi gösterdiği için mutluydu. Kuyruğunu sallaya sallaya en sevdiği şeyi yapmaya, yani mahallenin parkında çocuklarla oynamaya giderken, “hayat çok güzel” diye geçirdi içinden. Hele sevmeyi bilen insanlarla, muhteşem…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KELEBEK VE UĞUR BÖCEĞİ

Hayal Kutusu : KÜÇÜK SU DAMLASI

KIRMIZI UÇURTMA